Sunday, October 15, 2006

GÖLLER ŞEHRİ UDAIPUR’DAN KUTSAL MOUNT ABU DAĞINA

Hindistan’daki ikinci uğrak noktamız Udaipur şehri. Ne yerini biliyoruz ne de neye benzediğini... Hintli bir arkadaşım “mutlaka gidin” dediği için gidiyoruz. Oldukça da uzak olduğunu öğrendik. Gezi sonunda edindiğimiz haritaya göre zaten Rajastan eyalatenin en güneyinde Udaipur.
Biletlerimizi alıp arkadaşın şöförü ile istasyona koşturuyoruz. Trenimiz bu defa Eski Delhi istasyonundan kalkacak. Eski Delhi’de karmaşa ve fakirlik çok belirgin.
İstasyona geldiğimizde yanlış istasyonda olduğumuzu öğreniyoruz. Bu aynı zamanda bize Delhi’de bir kaç istasyon olduğunu öğretiyor ama çok geç!! Bize yanlış bilgi veren arkadaşım hemen arabasını tahsis ediyor. Yolumuza jeeple devam edeceğiz. Niraj da seviniyor çünkü ona mesai ödeyeceğiz. Yalnız bir sorun var; Niraj Udaipur’a daha önce hiç gitmemiş. Türkiye’de çok şehirlerarası araç kullanadığım için bu bana sorun olarak görünmedi. Ne de olsa tabela denen şeyler vardı.
Yanılmışım!! Hem de çoookkk!! Otoyol diye bir şey yok!! Tabela yok! Biz kaybolup duruyoruz. Bu bende hayal kırıklığı yaratmadı çünkü Hindistan’ın başka bir yüzünü görme imkanım oldu. Niraj endişe etmesin diye ve bir şey kaçırmamak için uyumuyorum. Karanlık olduğu için gördüklerimi resimleyemedim ama şunu söyleyebilirim ki korku filmleri ve dünyanın hidrojen bombası ile yok olduktan sonraki sefil durumunu gösteren filmler kesinlikle bu sokaklardan esinlenmişler. Gecenin kör karanlığında, içinde ateş yanan bir tencerenin etrafına çömelmiş ve kendilerini şallarla kapatmış adamlara rastlıyoruz. Niraj seslendiğinde birden o örtüler açılıyor ve asker veya polis olduğu sadece şapkasındaki bir armadan anlaşılan kişiler ortaya çıkıyor. Yemek veya tatlı satan dükkan sahipleri, şallarına sarınmış olarak dükkanlarının önündeki çıkmaya tünemişler.
Yol arkadaşım uyuduğu için çok mutluyum yoksa onu bu manzara karşısında yatıştırmam mümkün olmazdı.
Delhi’den Udaipur’a gece boyunca 12 saat diplomatik plakalı bir araçta yolculuk yapıyoruz ve defalarca yolda durup yön soruyoruz ama hiç kimse gözünün ucu ile bile arka koltukta kimler var diye bakmıyor.. Bizim insanımızın genel tepkisi önce yol soran aracın içini kolaçan etmek ve araçta kimler olduğunu anlamak şeklindedir, hele de plaka diplomatikse!!
Dikkatimi çıkan başka bir konu da şöförümüzün ‘afedersiniz!! Bakar mısınız!” gibi giriş cümleleri kullanmadan direkt “Udaipur ne tarafta?”, hatta sadece “Udaipur?” diye sorması. Demek burada böyle!!
Sabah karşı Udaipur’a giriyoruz. Muhtesem bir şehir!!! Otelimiz de çok güzel!
Şehirin bir çok takma adı var; tepelerden dolayı “tepeler şehri”, göllerden dolayı “göller şehri”, minyatür ustalığından dolayı “minyatür şehri” deniyor. Ne yazık ki “göller şehri” ünvanı bir kaç yıldır düşmüş çünkü 5 yıldır yağmur yağmıyor ve her yer kurumuş. Hatta göl üzerinden ulaşılan Nehru parkına artık gidilemiyor.
Sokalarda insanlar ve tüm hayvanlar barış içinde yaşıyorlar. İnekler beslenemedikleri için oldukça zayıf. Dar sokaklarda araçlar ellerini hiç kornadan çekmeden ustalıkla geçiş yapıyorlar. Korkunç korna gürültüsüne rağmen kimsenin kimseyle kavga ettiğini görmedim. Bir kere motorsiklet arkasında seyahat eden bir aile bir otomobille çarpışıp hepsi yere düştüler ama ayağa kalkıp üzerlerini silkeleyip yollarına devam ettiler.
İnanç sistemlerinden gelen bir kabullenişleri var ki bu hem avantaj hem dezavantaj. Bu durum onları hem munis ve saygılı yapıyor hem de ilerlemelerini yavaşlatıyor. Onlara göre başınıza gelen her şey karmalarınızın (geçmiş yaşamlarınızdaki davranışlar) sonucu ve bunu olduğu gibi kabullenmelisiniz. Hatta yıllar öce sakat insanları “geçmişte kim bilir ne halt etmişsin de bu halde gelmişsin!!” gibisinden aşağılarlarmış. Genelde kimsenin elindekine aç gözlerle bakmıyorlar. Sahip olduklarınız onları rahatsız etmiyor. Bir hasetlik, bir çekemezlik yok bakışlarda veya sözlerde. Çoğunluğun gözü komşunun tavuğunda değil. Kendi kazları ile uğraşmayı tercih ediyorlar çünkü onlar bizden çok daha önce öğrenmişler ki yanlarında götürecekleri kaz veya tavuk değil. Tok kalmalarını sağlayacak kadar iş lazım!!! Her şeye rağmen bir gülümsemeö bır huzur var!!
Udaipur’da herkes minyatür yapıyor. Bir çok minyatür okulunda gençler bu sanatı öğreniyorlar. Türkiye’de satılan bir çok minyatür buradan gidiyormuş. Hint ve Moğol minyatürleri farklı oluyormuş.
İlk saray gezimizi de Udaipur’da yapıyoruz. Sarayların bu kadar iyi korunmuş olmasına şaşıyorum. Acaba çok mu kolay teslim olmuşlar!? Yoksa her şeyi taştan yaptıkları için mi bu güne kalmış? Taşlar dantel gibi işlenmiş. Odalar tablo gibi boyanmış.
Otelimizde kalan bir çok Avrupalı var. 4 aydır tek başına seyahat eden bir Alman bazı şehirlere, özellikle de ganj nehrinde ölülerin yakıldıgı Varanasi’ye iki bayan olarak gitmemizi önermiyor. Kesinlikle hastalanırmışız. Yanımdaki temizlik memuru ile gitmeyi düşünmem bile mümkün değil.
Yol arkadaşım çalıştığı tekstil firmasından bazı çocuk giysi numunelerini dağıtmak üzere yanına almış. Onları orada dağıtma kararı aldık. Bu tekrar bizi şaşırtan bir olay oldu. Daha önce Türkiye’de bedava bir şey dağıtma deneyimlerimden dolayı herkes üstümüze atlayacak diye korkarken kesin bir mesafe korunuyor. Kimse bir şey kapma telaşı ile hareket etmiyor hatta “benim o yaşta çocuğum yok, başkasına verin” diyorlar. İnanılmaz bir tok gözlülük!!
Udaipur’dan kutsal Mount Abu dağına gitmeye karar veriyoruz. Türkiye’den tanıdığım Brahma Kumaris Derneğinin merkezi orada. Unicef ve BM’den ödüller almış olan bu gönüllü organizasyonun merkezini görmek istiyorum. Mount Abu aynı zamanda balayı merkezi imiş!!
Tren saatleri uygun olmadığı için otobüsle gidiyoruz. Otobüsümüzün kalitesi bizi memnun ediyor. Ancak önümüzdeki koltukta outran ve balayına gittiklerini sandığımız çiftin aşırı rahat hareketleri biz dahil tüm otobüsü rahatsız ediyor. Derken onlardan esinlenen başka bir genç çift de aynı hareketlere başlıyorlar. “Acaba bu millet için sex rahat bir konu mudur?” diye düşünmeye başlıyorum. Yoksa bu kadar rahat hareket edilemez!!
Mount Abu oldukça serin. Otelimizdeki yemekler çok güzel. Yol arkadaşım artık acıkmış olmalı ki “burası temiz” diye yemeğe girişiyor.
Mount Abu’da Brahma Kumaris (BK) derneğinin etkisi hemen belli oluyor. Belki de Hindistan’ın en temiz yeri. Gönüllüler yardımı ile derneğin binalarını geziyor mutfakta yemek yiyoruz ve barış parkını dolaşıyoruz. BK’de her şey bembeyaz!! BK tek tanrıya inanların oluşturduğu ve dünyada barışı oluşturmayı hedefleyen spritüel bir oluşum. Köy halkına da eğitim veriyorlar.
BK’den sonra Mount Abu’daki diğer tapınakları geziyoruz. İnanılmaz bir mermer işçiliğine tanık oluyoruz. Şaşmamak mümkün değil!! Öyle işlemeler yapılmış ki akıl almıyor. Resim çekmek yasak olduğundan resimleyemiyoruz.
Artık Jaipur’a hareket vakti. En heyecanlı yolculuğumuz Hindistan'ın en modern!!!! şehirlerarası otobüsü ile yaptığımız bu 12 saatlik yolculuk oldu. Otel resepsiyonundaki çocuk “Çok lüks otobüs var, ondan billet alırım size” deyince tren yerine otobüsü tercih ediyoruz. Ama aramızdaki lüks tanımı farkını hiç düşünememişim!!. Otobüsü görünce binmek istemiyoruz, çünkü hayal ettiğimiz otobüs değil, ama bizi ikna ediyorlar. Otobüsün önündeki radyatör ızgarasının yarısı bir çuval parçası ile örtülmüş, şoför kabininden yolcu bölümüne bir kapı ile giriliyor ve içerideki perdeler kalın ve desenli kumaştan...! Yolcular perdeler
yüz havlusu olarak da kullanıyorlar!!! İçerisi karanlık bir çadırı andırıyor. Respsiyonist bizi yolcu etmeye geliyor ve “hani bu lüks otobüstü?!!” sorumuza çok şaşırıyor. Bize bozuk klimayı gösteriyor. Otobüsün en modern!!! olma sebebi çalışmayan bu klimaymış. Tabii gece boyunca takırdadık.
Yolculuk sona erip de otobüsten inerken sabahın 06:30'unda olabilecek en büyük insan kalabalığını otobüsü karşıladı. Kasabaya sirk gelmişti sanki!!! Yani biz, iki turist hatun kisi!!! Gözünü kaçırmadan, hilkat garibesine bakar gibi bakan insanlar....!!! Hani sarışın ve çok beyaz tenli olsak anlayacağım ama Hintli olmadığımızı bu kadar çabuk anlayabilmiş olmalarına şaşıyorum. Sanki yıllarca İngiliz egemenliği altında yaşamamış ve hiç turist görmemişler. Anladım ki bir ülkeyi gezerken halkla beraber seyahat etmeden onları tanımak çok zormuş.

0 Comments:

Post a Comment

<< Home